22 Aralık 2009 Salı

2010'a girerken


22 Aralık 2009

Yeni bir yıla girmemize 10 gün kaldı!

Batılı ülkelerde yeni bir yıla girerken yeni kararlar alma geleneği var. Belki sizin de aklınızdan geçeler vardır:

bu yıl sigarayı bırakacağım...
kilo vereceğim...
sağlıklı besleneceğim...

Bu kararları ne kadar netleştirebilirsek, uymamız o kadar kolaylaşabilir:

31 Ocak itibariyle son sigaramı içmiş olacağım...
yarısı ilk üç ayda olmak üzere, toplam on kilo vereceğim...
daha fazla sebze, meyve yiyeceğim ve su içeceğim; kırmızı eti ve abur cuburu azaltacağım...

Aslında bizim Doğu'da 'karar'dan daha güzel bir kavramımız var: Niyet!

İyisi mi, kararlar almak yerine niyet edelim:

daha tam ve derin nefesler almaya...
anın getirdiklerini iyi kötü diye yargılamadan kucaklamaya...
başarı değil süreç odaklı olmaya...
bedenimize, duygularımıza ve ruhumuza daha saygılı, özenli olmaya...
ruhumuzun derinliklerinde gizli olanı gün ışığına çıkarmaya...
hatta onu sevmeye...
yeniyi denemekten yüksünmemeye...
düşe kalka, deneye yanıla büyümeye...

niyet edelim

5 Eylül 2009 Cumartesi


5 Eylül 2009, Cumartesi
Nasıl hasta oluyorum?

II- Duyarsızlaşma
Orhan Veli ‘her şey birden bire oldu’ diyor. Aslında bize birden bire oldu gibi gelen pek çok durum yavaş yavaş ilerler. Bir sinsilik, bir göze görünmezlik şeklinde duyarsızlaşma işlemeye başlar.

Bazı durumlar çok acı verici olduğundan… bazıları çok tehditkar göründüğünden… hayal kırıklığına uğrarım diye… üzerime gelen bu uyaran denizine karşı girdilerimi azaltırım. Görmek istemem, duymak istemem, hele hissetmek hiç istemem. Olaylarla, durumlarla arama görünmez bir duvar örerim. İnsanlarla beni mutlu edebilecek olduğu kadar incitebilecek de olan o bağı kurmam. Sonuçta daha az acı, daha az üzüntü ya da daha az kaygı hissederim.

Duyarsızlaşma dikkatimi seçici olarak bir konuya yönelttiğimde işlevsel olabilir. Çalışırken çözmem gereken çetrefil bir konu olduğunda, bu özelliğim çok işime gelir. İşi bitirene dek yemek yemeyi bile unuturum, hiç yorulmam. Acil bir durum karşısında bu duygusuz halim hem benim, hem başkalarının işine yarar. Dehşet içindeki insanların arasından sinirlerim alınmış gibi geçer, kanayan yaraları sararım.

Acının yanında haz da yanar
Ama bu bir pakettir ve paketin içinde sevgi, sevinç, coşku, haz, huzur ve mutluluk da vardır. Sonuçta duyarsızlaşarak insanların duygusuz dediği biri olur çıkarım. İşimden, arkadaşlarımdan, çevremdeki her şeyden sıkılırım. Aslında en çok kendimden sıkılırım. Hiçbir konu, hiçbir eylem, hiçbir canlı çok fazla ilgimi çekmez, beni heyecanlandırmaz. Enerjim yoktur. Yürüyen bir akıl olurum. Çevremden bana doğru gelen davranışlar, sözler, imgeler, sesler sadece zihnimin süzgecinden geçer, kalbime kadar ulaşmaz.

Hissetmemenin başlangıcı daha yüzeysel ve daha az nefes almamıza dayanıyor. Muhtemelen daha yüzeysel veya az nefes aldığımızdan sık sık nefes alıyoruz.

Az hissetmek için edindiğimiz başka bir alışkanlık da ilgili bazı kaslarımızı kasmak. Yüz kaslarımı kasarak mimiklerime engel olabilirim. Kimse içimdeki derin üzüntüyü ya da ağlamak üzere olduğumu yüzümden okuyamaz ama bir süre sonra maske yüzlü biri olurum. Göz kaslarımı kasarak karşımdakinin gözlerinin içine bakmak yerine bakışlarımı karşımdaki hariç her yerde gezdirebilirim. Diyaframımı, karın ya da göğüs kaslarımı kasarak içimdeki öfkenin, acının dışarı taşmasına engel olurum.

Burada belki de en can alıcı olan, bunları arada bir yapmam değil, alışkanlık haline getirip hiç farkında olmadan sürekli yapmamdır. Böylece belli bölgelerde yaşadığım bu dengesiz ve sürekli kasılma sağlığımı etkilemeye başlar.

Duyarlılık ülkesine geri dönüş
Bir şekilde yeniden algılamam gerek, bir şekilde vücudumla, hislerimle yeniden buluşmam gerek. Duygu ve düşüncelerimi ifade etmekten kaçınmamam gerek.

Yeniden hissetmem en çok nefes almakla ilgili. Nefes almamak, acıyı hissetmemenin bir yolu. Aslında her an var olan enerji düzeyimiz nefesimizle ilgili. Nefes almayı yeniden öğrenmeliyiz. Çocukken tepe tepe kullandığımız diyafram nefesiyle yeniden buluşmalıyız. Modern dünyanın tekrar tekrar yogayı keşfetmesi boşuna değil. Zira pek çok doğu pratiğinin olduğu gibi, yoganın da temeli nefes.

Yalnız dikkat… Yeniden tam ve derin nefes almaya başladığımızda aralık kapıdan içeri haz, neşe, huzur ve mutluluk gibi acı da girecektir. En iyisi sevincimizi olduğu kadar, acımızı da ifade edecek dili bulmak.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Mavi'den


20 Ağustos 2008, Perşembe

18 Ağustos 2009 Salı

Mavi'den

Gölge

Pamuk Prenses gibi bir küçük bir peri masalının bile aslında Bir Gölge Masalı olduğunu anladığımda biraz hayal kırıklığına uğramıştım açıkçası.

Bunu anlamam için öncelikle hikâyeye ‘Kötü Kalpli Üvey Anne’nin açısından bakmam gerekti. Ve fark ettim ki aslında bu hikâye onun gölgeyle baş etme hikâyesiymiş, Pamuk Prenses’in değil.
Hikâyede Kötü Üvey Anne aynaya dönüp birçok kez güzelliğini sorguluyor. Ama ayna görüntüsünü yansıtan bir şeydir, yani bir bakıma kendisidir. Bu demektir ki Kötü Üvey Anne her aynaya güzelliği hakkında soru sorduğunda gerçekte kendisine soruyor. Ve güzellik burada karakterini sembolize ediyor, karakterinin güzelliğini…

Ve Pamuk Prenses her geçen gün bahçesinde daha fazla büyürken önce onun, güzelliğini tehdit ettiğini anlamaz, onu görmezden gelir. Ne kadar masalda Pamuk Prenses iyi biri olsa da, burada gölgemizi temsil eder. Ve bu gölge kaçınılmaz bir şekilde büyüdüğü halde Üvey Anne onu görmemeye çalışır. Ama bir an gelir ki, güzelliğini sorgulamaya başlar, ilk ikisinde ayna Pamuk Prensesi görmez/görmek istemez. Ama sonuncusunda kendisinde var olan bu kötü özelliğin, iyi özelliklerini gölgeleyebileceğini itiraf eder. Bunu fark ettiği anda ise derhal onu saklamaya çalışır. Fakat Pamuk Prenses’i yok etmeyi üç kere denese de başaramaz. Onu hiç ‘görülmeyecek’ yerlere yollar. Fakat kız her seferinde hayatta kalayı başarır ve bu Kötü Kalpli Üvey Anne’yi içten içe öldürür. Ve bu kadının tüm hikâye boyunca anlamadığı şey: Gölgeni onu saklamaya çalışarak asla gerçekten yok edemeyeceğin’dir. Ondan kaçamazsın; yüzleşmen gerekir. Çünkü eğer kötü kalpli üvey anne gibi onunla yüzleşmezsen büyümeye devam eder ve en sonunda seni eline geçirip kontrol eder. Ve özünü, gerçek seni yok eder.

18.08.2009 Salı

Derinliksiz ve az… neredeyse hiç

Duygular kendilerini bedensel olarak ifade etmek ister. Özlem teması, üzüntü ağlamayı, kızgınlık sesi yükseltmeyi arar. Hissetmekle onun bedendeki karşılığı aslında bir bütünlük vardır. Eğer duygularımı ifade etmem bana hayal kırıklığı, hatta acı getiriyorsa bu bütünlüğü sekteye uğratırım. Temas isteğim kalbimde, öfkem göğüs kafesimde saklı kalır. Gözyaşlarım içime akar.

Bunu en kolay nasıl yapabilirim? Ağlamamanın, bağırmamanın en kolay yolu nefesin tutulmasıdır. Daha az nefes alırım ya da daha iyisi nefesimi tümden tutarım. Böylece duygularım bedenimin içine hapsolur ve dışarı çıkıp bana sorun yaratmaz. Nefes almamı kısıtlamak harekete geçmemi önler. Bir süre sonra bu bir alışkanlık haline gelir. Artık duygularımı ifade etmemin sorun olmayacağı zamanlarda da onları içime hapsederim. Gün boyu sadece idare edecek kadar nefes almakla yetinirim.

Enerjimi aslında neyi hedefliyorsa ona çevirmek için ne yapabilirim?

Genel olarak enerjiyi kendime çevirme davranışım olayları/kişileri kontrol etme isteğimle ilgilidir. Kontrol ihtiyacımı azaltabilmeli, belli oranda çaba gösterdikten sonra durumu oluruna bırakabilmeliyim.

Enerjim başlangıçta neye yöneldiyse onu gerçekleştirmem, bunun yollarını araştırmam gerekir. Yani başkasına yapmak istediğimi kendime yapmamalıyım, enerjimi başkasına yöneltmeliyim. Kızgınlığımı biriktirmeden ifade edebilmenin yollarını aramalıyım.

Aynı şekilde başkasından almak istediğimi de kendi kendime yapmamalıyım, başkasından almanın yolunu bulmalıyım. Yardıma, anlayışa ihtiyacım olduğunda bunu dile getirebilmeliyim.

En önemlisi nefesimi yeniden bulmalıyım. Bedenimi duyabilmeyi, onu içerden görebilmeyi öğrenmeliyim.

15 Ağustos 2009 Cumartesi




15.08.2009 Cumartesi


Nasıl hasta oluyorum?


I- Enerjiyi kendine çevirme

Bir ihtiyacım olduğunda çevreme yönelirim. Bedensel/duygusal istekler çoğu kez aciliyet taşır. Örneğin uykum geldiğinde uyumam bedenim için en iyisidir.

Birine kızdığımda bunu ifade etmek bana iyi gelir. Çok kızdığında gövdemin üst kısmını öne çıkarır, omurgamı dikleştirir, gözlerimi açar ve 'sana çok kızıyorum' derim. Bunu yapmanın uygun olmadığını düşünürsem bu yükselen enerjimi içime yöneltir, kaslarımı sıkarım.

Bu tür bir enerjiyi içe çevirme, beni agresif davranışımın istemeyeceğim sonuçlarından veya pişmanlıktan koruyabilir.

Dışarı çıkmaya hazırlanan enerjimi bu şekilde içime yöneltmek alışkanlığı edinmem ise kronik hastalıkların yolunu açar. Özellikle iskelet sistemi hastalıklarını kolaylaştırır. Sırtım veya omzum kasılır, ense kökümden bir ağrı yükselir, midem yanar.

Yani başkasına yapmak istediğimi kendime yapar, kendi kendimi yerim. Sigaraya, içkiye, tatlıya bağımlılık geliştiririm.

Enerjiyi içe çevirme davranışı bazen de başkasından beklediğimi kendim karşılamak şeklinde olabilir. Başkası beni övsün istediğimde övünürüm, başkasından şefkat görmek istediğimde kendime sarılırım. Hep ilgi görmek istediğim için sürekli başkalarına ilgi gösteririm. Eleştirilmekten ya da çatışmadan çok korktuğum için herkese son derece anlayışlı davranırım.

Evet, böyle yaparak kendimi reddedilmekten ve hayal kırıklığından korurum. Ama ne pahasına... Öncelikle ihtiyaçlarımı gerçekten karşılayamam. İçime dönük yaşarım, başkalarıyla canlı ilişkiler kuramam. Çok düşünürüm ama eyleme geçemem. Duygularımı içime hapsederim. Yaşam enerjim düşer, durgunlaşırım.

Enerjimi kendime çevirmemin en önemli belirtisi ve bedenime verdiği zarar ise nefesimi tutmamdır... (devam edecek)

14 Ağustos 2009 Cuma

denizaltı


14. 08. 2009 Cuma

Üç yüz altmış derece görebilmek (biraz bulanık da olsa)

Denizaltına tüple daldığımda bana en çarpıcı gelen ayaklarımın altını görebilmek olmuştu. Sonra bir süngercinin yazısında üç yüz altmış derece görebilmekten söz ettiğini okudum. Evet ya, karada kolay kolay olmayacak birşeydi bu... (İtalyan bir mimarın yaptığı binada ayaklarımın altındaki cam zeminden iki kat aşağısını görmüştüm bir kez de)

Bu yaz ilginç bir farkındalığım oldu: Denizin altında solak oluyorum, yani normalde baskın olan sağ kol ve sağ bacak yerine kumandaya sol kol ve sol bacak geçiyor, ne tuhaf. Hep suda yaşasam solak olacağım yani.

Gerçi başlığı öneren Mavi... Bizi deniz olarak düşünmüş, kendimizin derinliklerinde yolculuk yapıyoruz gibi... Evet, bu ikimizin yolculuğu olacak.

Öyle...